39,4252$% 0.53
45,7060€% 0.94
53,6026£% 0.76
4.327,59%0,00
3.413,91%-0,47
9.289,10%-0,24
16 Haziran 2025 Pazartesi
Kayseri’nin Hisarcık beldesinde bulunan Eskihan Kahvaltı Evi, son dönemde sosyal medyada yankı uyandıran ciddi iddialarla gündeme geldi. Misafirperverlikten uzak işletme politikası, hijyen koşullarındaki eksiklikler ve vicdanları yaralayan hayvan uygulamaları kamuoyunun tepkisini çekti.
Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının memleketlerine olan özlemini fırsata çevirmek isteyen bazı işletmeler arasında olduğu iddia edilen Eskihan Kahvaltı Evi, gurbetçi müşterilere uyguladığı yüksek fiyatlar nedeniyle eleştirilerin hedefi oldu. Aynı kahvaltı menüsünün, bölge halkına daha uygun fiyata sunulurken, gurbetçilere iki katı fiyatla verildiği ileri sürülüyor.
Kahvaltı masasında sunulan ürünlerin tazelikten uzak, bazı peynir ve zeytinlerin küflenmiş olduğu yönündeki müşteri yorumları, işletmenin gıda güvenliği konusunda ciddi eksikleri olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca, bazı ziyaretçilerin mide rahatsızlığı şikayetinde bulunması, hijyen kurallarının yeterince uygulanmadığına işaret ediyor.
İşletmenin hemen yanında bulunan ve yıllardır bakım görmediği öne sürülen yüksek voltajlı elektrik trafosu da başka bir endişe kaynağı. Patlama ihtimali taşıyan bu trafonun kahvaltı masalarına yalnızca birkaç metre uzaklıkta bulunması, özellikle çocuklu aileler için büyük bir güvenlik tehdidi oluşturuyor.
Ziyaretçileri eğlendirme amacıyla yakalanarak küçük bir kafese kapatılan bir sincabın görüntüleri, sosyal medyada kısa sürede viral oldu. Tepkiler üzerine harekete geçen Kayseri Hayvan Hakları Koruma Derneği ve zabıta ekipleri, sincabı kurtararak doğal yaşam alanına geri saldı. Bu olay, “doğa dostu işletme” söylemlerinin ardında yatan gerçekleri sorgulatmaya başladı.
Bütün bu yaşananlara rağmen bazı sosyal medya fenomenlerinin bu işletmede çektiği sponsorlu içerikler hâlâ yayında. Olaylara sessiz kalan bu kişiler, reklam karşılığında takipçilerini yanıltmakla suçlanıyor. Takipçilerin güvenini kazanan isimlerin, etik dışı olaylara göz yumması, içerik üreticiliğinin sorumluluğu açısından tartışma yaratıyor.
Hisarcık’taki bu işletmeyle ilgili ortaya atılan iddialar; sadece tüketici mağduriyeti değil, aynı zamanda kamu sağlığı, çevre etiği ve hayvan hakları açısından da alarm veriyor. Gerekli denetimlerin yapılması, kamuoyunun şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesi ve bu tarz uygulamalara son verilmesi gerekiyor.
Tatil, huzur ve lezzet arayanların hayal kırıklığına uğradığı bu işletme, sosyal medyada ‘turistik maske’yle örtülen karanlık bir yüz mü taşıyor? Cevabı yetkililerin ve vicdan sahibi kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz.
Hisarcık Şubesi Üzerinden Temin Edilen Gıdaların Müşterilere Sunulduğu Öne Sürülüyor
Kayseri’nin Melikgazi ilçesine bağlı Hisarcık Mahallesi’nde faaliyet gösteren Eskihan Kahvaltı Evi, gıda güvenliğini ilgilendiren ciddi bir iddiayla kamuoyunun gündemine geldi. Yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre, işletmenin aynı bölgede faaliyet gösteren Şok Market’in Hisarcık şubesinden son kullanma tarihi geçmiş gıda ürünlerini indirimli şekilde temin ettiği ve bu ürünleri kahvaltı servisi kapsamında müşterilere sunduğu öne sürülüyor.
İddiaların doğruluğu halinde, hem gıda mevzuatı hem de tüketici hakları açısından çok ciddi hukuki sonuçlar doğabilir. Bu durum, özellikle 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu kapsamında açıkça suç teşkil etmektedir.
İlgili Mevzuat:
Konu hakkında bilgi sahibi olan bazı vatandaşların, durumu ALO 174 Gıda Hattı ve ALO 184 Sağlık Hattı üzerinden yetkili kurumlara bildirdiği öğrenildi. Bu ihbarlar doğrultusunda, Kayseri İl Tarım ve Orman Müdürlüğü ile Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü ekiplerinin bölgedeki işletmede denetim başlatması bekleniyor.
Yetkililer, şüpheli durumlarda gıda numunesi alınarak laboratuvar ortamında analiz yapılacağını ve sonuçlara göre hem idari hem de cezai yaptırımların uygulanabileceğini belirtti.
İddiaların merkezinde yer alan Şok Market’in Hisarcık şubesi ile ilgili de inceleme başlatılabilir. Çünkü gıda zincirinde, yalnızca son kullanıcı değil, ürünün satış ve dağıtım aşamasındaki tüm işletmeler de sorumluluk taşımaktadır. Bu kapsamda marketin, tarihi geçmiş ürünleri raflardan zamanında kaldırmaması veya farklı amaçlarla elden çıkarması, gıda güvenliği kurallarına aykırıdır.
Kamuoyunun tepkisini çeken bu iddialarla ilgili olarak, haberin yayına hazırlandığı saate kadar Eskihan Kahvaltı Evi yetkililerinden herhangi bir resmi açıklama gelmedi. İşletmenin, hem halk sağlığı hem de marka itibarı açısından hızla kamuoyunu bilgilendirmesi bekleniyor.
Gıda mühendisleri ve sağlık uzmanları, son kullanma tarihi geçmiş ürünlerin tüketilmesinin ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceği konusunda uyarıda bulunuyor. Bu tür ürünlerde bozulma başlamış olabileceği için, özellikle çocuklar, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıf bireyler için hayati tehlike oluşturabilir.
Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü ve Tarım İl Müdürlüğü’nün kısa süre içinde söz konusu işletme ve tedarikçi market üzerinde denetim başlatması ve halk sağlığını tehdit eden unsurların tespiti halinde yasal süreci başlatması bekleniyor.
HİSARCIK ESKİHAN KAHVALTI EVİ’NİN BAHÇESİNDEKİ ELEKTRİK TRAFOSU CAN GÜVENLİĞİNİ TEHDİT EDİYOR!**
Kayseri’nin Melikgazi ilçesi Hisarcık Mahallesi’nde hizmet veren Eskihan Kahvaltı Evi’nin bahçesinde bulunan yüksek gerilimli elektrik trafosu, halk sağlığı ve can güvenliği açısından ciddi tehdit oluşturmaya devam ediyor. Yaz aylarının gelmesiyle birlikte sıcaklıkların artması, trafoların aşırı ısınarak patlama riski taşımasını gündeme getirirken; uzmanlar tarafından yıllardır dile getirilen elektromanyetik alan kaynaklı kanserojen etkiler de göz ardı ediliyor.
Söz konusu trafonun, işletme bahçesinin tam ortasında yer alması ve etrafına masalar yerleştirilerek müşteri ağırlanması, sadece etik değil hukuki açıdan da açıkça yasaya aykırı. Buna rağmen Melikgazi Belediyesi, yapılan başvurulara ve şikâyetlere rağmen bugüne dek herhangi bir işlem yapmadı. Müşteri oturma alanlarının trafoya neredeyse birkaç metre mesafede olması, ciddi bir idari ve cezai sorumluluğu beraberinde getiriyor.
Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nin 37. Maddesi uyarınca, yüksek gerilimli enerji nakil hatları ve trafoların çevresinde en az 100 metre güvenlik mesafesi bulunmalıdır. Bu alanlar içerisinde:
Ayrıca 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na göre işverenler ve ilgili idareler, çalışanlar ve müşteriler dahil herkesin güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu tür yapılardan yayılan elektromanyetik alanların, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından potansiyel kanserojen olarak sınıflandırıldığı da bilimsel olarak belgelenmiştir.
İşletmeye gelen vatandaşlar, “Burası su kuyusu” denilerek yanıltıldıklarını ifade ediyor. Ancak yapılan gözlemlerde yapının açıkça bir elektrik trafosu olduğu görülüyor. Yetkililer, halkı bilinçlendirmek ve gerekli güvenlik önlemlerini almak yerine durumu örtbas etmeye çalışıyor.
Melikgazi Belediyesi, yapılan tüm uyarılara ve başvurulara rağmen söz konusu alanda masa kaldırma veya trafoyu izole etme gibi herhangi bir önlem almamış, görev ihmali içerisinde bulunmuştur. Kamuoyunun sağlığı tehlikeye atılırken belediye bu durumu “görmezden gelme” yolunu seçmiştir.
Olası bir kaza, patlama veya uzun vadeli sağlık problemi durumunda, hukuken sorumlu makamın Melikgazi Belediyesi olacağı açıktır.
Hisarcık halkı ve Eskihan Kahvaltı Evi çevresinde yaşayan vatandaşlar, acil olarak:
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, güzellik takıntısı konusunu değerlendirdi.
Sol beyin mantıksal, sağ beyin ise duygusal ve estetik yönü baskın yapıda…
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, güzellik kaygısının sadece psikolojik ya da toplumsal değil, aynı zamanda biyolojik bir boyutunun da olduğunu ifade ederek, “Biyolojik açıdan baktığımızda, kadın ve erkek beyinlerinin çalışma biçimi farklılık gösterir. Beynin sol yarım küresi daha çok mantık, muhakeme, analiz, konuşma ve hesaplama gibi işlevlerle ilgilidir; bu nedenle eril beyin olarak tanımlanır. Sağ yarım küre ise duygu, heyecan, müzik, sanat ve estetik gibi kavramlarla ilişkilidir; bu da dişil beyin olarak adlandırılır. Sol beyin mantıksal, sağ beyin ise duygusal ve estetik yönü baskın bir yapıya sahiptir. Bu ayrım biyolojik ve genetik temellidir. Beyindeki ön bölge, yani frontal lob ise sağ ve sol beyin arasında denge kurarak bireyin davranışlarını şekillendirir. Bu yapısal farklılıklar, kadın ve erkeklerin önceliklerinin ve davranış kalıplarının farklılaşmasına neden olur. Kadın beyninde estetik algı ve duygusal değerlendirme daha baskın olabilirken; erkek beyninde mantık ve analitik düşünce daha öne çıkabilir.” dedi.
Kadın beyni, fiziksel görünümünü ön plana çıkarmaya daha yatkın çalışıyor
Güzellik algısının kökeninde biyolojik temelli bir farklılık yattığını, kadın ve erkek beyninin çalışma biçimlerinin birbirinden farklı olduğunu kaydeden Tarhan, “Bu farklılıklar, fiziksel görünüme verilen önemin cinsiyete göre değişmesini de beraberinde getirir. Kadın beyni, fiziksel görünümünü ön plana çıkarmaya daha yatkın çalışıyor. Kadının ve erkeğin psikolojik ihtiyaçları da farklılık gösteriyor. Erkek beyninin öncelikli psikolojik ihtiyacı, karşı cinste fiziksel çekicilik aramaktır. Kadın beyni ise duygusal yakınlık ve yalnızlığın giderilmesi gibi ihtiyaçlara odaklanır. Bu farklılık, insanın genetik yapısında programlanmış bir algoritmadır.” diye konuştu.
Tüketim ekonomisinin çarklarını hızla döndürebilmek için kadın, çocuk ve gençler hedefte…
Tüketim ekonomisinin çarklarını hızla döndürebilmek için kadın, çocuk ve gençlerin hedef alındığını, hazcılık ve faydacılık anlayışının ihtiyaçların önüne geçirildiğini anlatan Tarhan, “Kapitalist kültür, fiziksel görünüm üzerinden bir kutsal yaratmıştır. Kadınlar için dolgun dudaklar, ince bel; erkekler için dövmeler, kaslı vücutlar gibi belirli kalıplar, idealize edilmiştir. Kadın makyaj ve moda üzerinden hedeflenirken, erkek de statü göstergesi ürünlerle tüketimin parçası haline geliyor.” şeklinde konuştu.
Bedeli en çok gençler ödüyor!
Küresel ölçekte güzelliği yücelten bir propaganda yürütüldüğünü, “güzelsen değerlisin” anlayışının arttığını anlatan Tarhan, şöyle devam etti:
“Oysa değerlilik sadece fiziksel görünümle sınırlı değildir. Fiziksel görünüm bir insanın değerinde belki onda biri kadar rol oynar. Geri kalan kısmı, insanın konuşması, duruşu, davranışları ve onu diğer canlılardan ayıran insani nitelikleridir. Ancak kapitalist sistem bu özellikleri göz ardı edip, sadece bir yönü büyütüp abartmakta ve bunu da daha fazla kazanmak için yapmaktadır. Bu anlayış, insanı araçsallaştıran ve değersizleştiren bir yaklaşımdır. Neticede güzellik, tüketim ekonomisinin en etkili argümanlarından biri haline gelmiştir. Bu durumun bedelini ise en çok gençler ödüyor. Özellikle ergenlik dönemindeki kızlar ve erkekler, bu sistemin kurbanı haline geliyor. Estetik değerlilik ölçüsü olursa sonraki adım depresyondur. Bu tarih boyunca insan doğasında olan bir eğilimdi ama günümüzde patolojik bir hâl aldı. Çirkin olma korkusu olarak bilinen dismorfofobi adlı bir hastalık var. Önceleri seyrek görülürken, son 10-20 yılda ciddi bir artış yaşandı. Artık kliniğe yatış gerektiren vakalarla karşılaşıyoruz. Mesela, dismorfofobi teşhisi konulan bazı hastalar aynanın karşısında 1,5 saat boyunca ağlayabiliyor. Kendilerini beğenmiyor, ölmek istiyorlar. Aileleri tarafından son anda kurtarılarak hastaneye getirilenler var. Bu hastalar, güzellik algısını gerçekliğin önüne koymuş, ciddi düşünce bozuklukları yaşayan bireyler.”
Yeme bozukluklarında da vaka sayıları küresel olarak artıyor
Yeme bozukluklarında da benzer bir durum yaşandığını ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Kişi 29 kiloya düşmüş olmasına rağmen hâlâ kendini şişman hisseder. Ayakta durmakta zorlanır, başını kaldıramaz, âdeti kesilir. Ama buna rağmen, aynada kendini hâlâ 150 kilo gibi algılar. Burada da beynin estetik algı ve beden imajını işleyen alanlarında ciddi bozulmalar vardır. Bu kişiler bunu hayal etmiyor; gerçekten böyle hissediyorlar. Çünkü bu bir hastalık. Elbette bu anlatılanlar uç vakalar. Ancak bu vakaların sayısı küresel olarak artıyor.” ifadesinde bulundu.
Takdir edilme, onaylanma arzusuyla alışveriş yapılıyor
Günümüzde adeta “Görünüyorum, öyleyse varım” anlayışının hâkim olduğunu, literatürlerde ve popüler tanımlamalarda bu döneme “Cilalı İmaj Dönemi” denildiğini de kaydeden Tarhan, şöyle devam etti:
“Günümüzde imaj anlayışı, bireyin kendini markalaştırması, kendini sergilemesi bağlamında kutsal bir değere dönüştü. İnsan, sosyal ilişkilerde kabul görmek ister. İnsan takdir edilmek, beğenilmek, onaylanmak ister. Yapılan araştırmalar gösterdi ki insan alışveriş yaparken sadece kâr-zarar analiziyle hareket etmiyor. Takdir edilme, onaylanma arzusuyla alışveriş yapıyor. Bazen ihtiyaç duymadığı şeylere büyük paralar harcayabiliyor. Kapitalist sistem, insanın zaaflarını kullanarak, parası olan insanlardan daha fazla para almak; parası olmayan insanları ise borçlandırarak estetik ameliyatlara yönlendirmek gibi yollarla tüketimi artırdı. Türkiye’de üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışmaya göre, öğrencilerin yüzde 10’u estetik ameliyat olmuş. En çok yapılan işlemler arasında dudak dolgusu, yüz dolgusu, meme büyütme operasyonları yer alıyor. Erkeklerde ise dövme yaptırma oranı yüzde 10’dan fazla. Bu durum fiziksel görünümün aşırı yüceltilmesinin insan ilişkilerine zarar verdiğini gösteriyor. Sonuçta yüzeysel ilişkiler yaygınlaşıyor. Oysa kalıcı ve sürdürülebilir olan ilişkiler, derinliği olan ilişkilerden doğar. Fiziksel görünüm, ceviz kabuğu gibidir; ambalajdır. Ama asıl önemli olan özdür, içeriktir. O da insanın karakteri, ruh güzelliğidir. Bu güzellikleri ihmal edip sadece fiziksel görünümü kutsallaştırmak, insanlık adına ciddi bir sorundur. Sahte bir gerçeklik inşa ediliyor. Daha çok ürün satabilmek ve tüketimi artırmak amacıyla oluşturulmuş bu hipergerçeklik, insan zaafları üzerinden çalışıyor. Buna ‘gönüllü emperyalizm’ deniyor. Hiç ihtiyacımız olmadığı halde dolaplarımızda fazlasıyla kıyafet var. Tüm bunlar fiziksel görünümün kutsallaştırılmasının sonucudur.”
Özbeğeni ile özgüven karıştırılıyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, tüketim kültürünün, insanın temel eğilimlerini istismar ettiğini dile getirerek, şöyle devam etti:
“Oysa bireyin kendini iyi hissetmesi için üç temel alanda kendisiyle barışık olması gerekir. Bunlar, fiziksel görünüm, ruhsal yapı ve sosyal durum. Bunun için de kişi önce kendisiyle sağlıklı bir iletişim kurmalı. Ancak algılarımız, çevre etkisiyle kolayca değiştirilebiliyor. Sosyal medya da bu algıları yönlendiriyor. Burada sık yapılan bir hata var. Özbeğeni ile özgüven karıştırılıyor. Özbeğeni, kişinin kendine hayran olması, kendini sürekli övmesi ve kusurlarını görmemesidir. Bu, narsisizmin bir özelliğidir. Özgüven ise, kişinin hem güçlü hem de zayıf yönlerinin farkında olması, ama olumlu yönlerine odaklanarak hayatına yön vermesidir. Kendi eksiklerini de kabul eder ve kendisini olduğu gibi sever. Bu özellik genetik değil, sosyal olarak öğrenilen bir beceridir. Aile, çevre ve yetiştirilme tarzı bu noktada çok önemlidir. Özgüven sahibi bir kişi, kilosuyla da fiziksel görünümüyle de barışıktır. Önemli olan bakımlı olmasıdır, abartıya kaçmamasıdır. Zaten abartı da yalanın bir türüdür. Gerçek değildir. Görüyoruz ki vitrinler dolu ama gönüller boş… Dış görünüş yüceltilmiş ama arka planda sahte gülüşler, sahte dostluklar, sahte ilişkiler var. Bu yüzden psikiyatrik vakalar, intihar oranları, suç ve şiddet olayları artıyor. Çünkü insanlar kendi psikolojik doğalarına uymayan bir yaşam tarzına sürükleniyor.”
Fiziksel güzel görünmede kadınlar ve erkekler arasında fark var
Fiziksel olarak güzel görünme dürtüsü açısından kadınlar ve erkekler arasında bazı farklar olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu farklar kültürel olarak da şekilleniyor; bireyler, içinde bulundukları kültür tarafından bu anlamda kodlanıyor. Özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde kadın-erkek ilişkilerinde yeni bir dönüşüm yaşanıyor. Kadınların daha maskülen, erkeklerin ise daha feminen özellikler göstermesi yönünde bir eğilim söz konusu. Bu durum, küresel çapta artan unisex yönelimlerle birlikte hem kıyafet tercihlerine hem de fiziksel görünüme yansıyor.” dedi.
Bazı feminist yaklaşımların, erkekleri bir tehdit ya da rakip olarak gördükleri için kadınları daha maskülen olmaya yönlendirebildiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Kadınlar, ezilmemek adına feminen rolleri reddedebiliyor. Bu da zamanla fiziksel görünümün önemsizleştirilmesi veya daha nötr hale getirilmesi şeklinde bir davranışa dönüşüyor. Özellikle Batı kültüründe, daha da özelde Kuzey Avrupa’da ciddi bir kültürel değişim yaşanıyor.” şeklinde konuştu.
Amerikan tipi kapitalizm Türkiye’de etkili
Prof. Dr. Tarhan, “Türkiye estetik ameliyat yaptırma oranlarında dünyada 7. sırada tespit edilmiş. Bu gerçekten dikkat çekici bir durum. Çünkü birçok alanda ilk 7’ye giremeyen bir ülkenin estetik konusunda bu kadar üst sıralarda olması, bizim kültürel değerlerimize, kültürel kodlarımıza göre çok aykırı bir şey. Bu noktada, Amerikan tipi kapitalizmin Türkiye’de etkili olduğunu söylemek mümkün.” diye konuştu.
Erkek gibi giyinen, erkek gibi davranan kadın figürü öne çıkarılıyor
Kuzey Avrupa ülkelerinde “Evliliğe ne gerek var?” anlayışının oldukça yaygınlaştığına işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Kadının güçlü ve ayakta duran bir figür olarak öne çıkması ise tarihte ilk kez yaşanmıyor. Amazon kadınları örneğinde olduğu gibi, tarih boyunca kadınların kendi aralarında örgütlenerek güçlü bir alt kültür oluşturdukları dönemler olmuştur. Günümüzde de benzer bir kültürel dönüşüm yaşanıyor ve bu dönüşümde Amazon kadın tipi yüceltiliyor. Erkek gibi giyinen, erkek gibi davranan, gerektiğinde sert tepkiler verebilen kadın figürü öne çıkarılıyor.” dedi.
Güzel görünmek zorundasın propagandası yürütülüyor!
Güzellik standartlarının günümüzde belirli bir yönlendirmeyle şekillendiğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Tüketim markalarının hegemonyası sonucunda, güzel görünme dürtüsü sistematik şekilde teşvik ediliyor. Adeta ‘güzel görünmek zorundasın’ şeklinde bir propaganda yürütülüyor.” ifadesinde bulundu.
Fiziksel görünüme yapılan aşırı narsistik yatırımın
Bireylerin fiziksel görünümlerine yaptıkları aşırı narsistik yatırımın, onları eleştirilere karşı daha savunmasız hale getirdiğini de kaydeden Prof. Dr. Tarhan, fiziksel görünümün elbette önemli olduğunu ancak hayatın merkezine yerleştirilmemesi gerektiğini, çünkü bedenin, zamanla değişebileceğini, bu nedenle bireylerin fiziksel görüntülerine değil, karakter gelişimi ve yaşamda iz bırakacak değerlerine yatırım yapmalarını önerdi.
Estetik uygulamalar bulaşıcı hastalık hızında yayılıyor
Estetik uygulamaların adeta bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayıldığını da dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Sosyal medyanın da bu konuda provoke edici, tetikleyici bir etkisi var. Fiziksel görünümün bu denli yüceltilmesi, özellikle genç kızları olumsuz etkiliyor. Bu sadece Türkiye’ye özgü değil; tüm dünyayı etkileyen küresel bir süreç. Genç olmalısın, güzel görünmelisin, en iyi giyinmelisin, en iyi hayatı yaşamalısın gibi bir dayatma var. Erkekler için de fiziksel görünüm önemli; ayrıca parasal güç ya da fiziksel güçle kendilerini kabul ettirme çabası içinde olabiliyorlar. Kaslı olmak, ‘baklava karın’ gibi hedefler kutsallaştırılıyor. Fiziksel görünümün değerlilik ölçüsü hâline gelmesi bu çağın hastalığıdır. Güzel olan değerlidir, güzel olmayan değersizdir anlayışı son derece yanıltıcıdır. Beğenilen doğru, beğenilmeyen yanlış gibi bir düşünce şekli oluştu. Bu da ruhsal hastalıklarda artışa neden oluyor. Her şeyin fazlası zararlıdır. Aşırı sevgi, aşırı fiziksel görünüm merakı, aşırı konuşmak… Hepsi birer zehirdir. Bu yüzden dengeyi kurmak çok önemlidir. Fiziksel görünüm konusunda da çocuklara dengeli mesajlar verilmelidir.” şeklinde sözlerini tamamladı.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Ege Üniversitesi (EÜ) Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı (DTMK) Ses Eğitimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Özge Gülbey’in moderatörlüğünde “Özbek Makam Müziği” başlıklı panel ve dinleti etkinliği gerçekleştirildi. EÜ Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı etkinlik salonunda düzenlenen panele DTMK Müdürü Prof. Dr. Ali Maruf Alaskan, akademik ve idari personel, öğrenciler ve sanatseverler katıldı.
Etkinlikte, Yunus Rajabi Özbek Ulusal Müzik Sanatları Enstitüsü sanatçı öğretim elemanları; Guzal Muminova, Farux Abduazimov, Ravshan Abduazimov, Rasulbek Abdurahmonov ve Marjona Tosheva konuşmacı ve sanatçı olarak yer aldı. Sanatçılar, sunum esnasında Özbek makam müziği ve Özbek ulusal enstrümanları hakkında bilgiler vererek Özbek kültürel mirasını sundukları dinleti ile katılımcılara aktardı.
Sanatçılar aynı zamanda bir hafta süreyle konservatuvarda sanatsal araştırma ve çalışmalar yürüterek Özbek ve Türk müziklerinin stüdyo kayıtlarını EÜ Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı Kayıt Stüdyosunda gerçekleştirdi.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
TEMA Vakfı, Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde, yaşamın kaynağı olan toprak varlığının hızla tükenmekte ve sağlığını kaybetmekte olduğunu vurgulayarak herkesi sorumluluk almaya çağırdı. Arazi tahribatı, iklim krizi ve giderek artan kuraklık tehdidiyle mücadelenin odağında arazilerin üretkenliğinin ve toprak sağlığının bulunduğuna dikkat çeken Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Artık gezegenin taşıma kapasitesini aştığımız çok açık. Arazi tahribatı, iklim kriziyle birleşerek çölleşmeyi hızlandırıyor. Gecikmeden doğada açılan yaraları iyileştirmeli, toprağın kaybolan üretkenliğini tekrar kazandırmalıyız.” dedi.
İnsan faaliyetlerinin neden olduğu arazi tahribatı ve iklim krizi, dünyanın dört bir yanında gıda güvenliğini, su varlıklarını, geçim kaynaklarını ve gezegendeki yaşamı tehdit ediyor. Her yıl Mısır büyüklüğünde, yaklaşık 100 milyon hektar arazi üretkenliğini ve toprak sağlığını kaybediyor. Bu tehditlerin ortadan kaldırılabilmesi için arazi tahribatının engellenmesi, tahrip edilen arazilerin iyileştirilmesi ve kaybolan üretkenliğin geri kazandırılması, yani arazi restorasyonu büyük önem taşıyor.
Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 17 Haziran’da kutlanan Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü, çölleşme ve kuraklık konusunda farkındalık yaratmayı ve çözümler üretmeyi amaçlıyor. Bu yıl “Arazi Restorasyonu Yap, Fırsatları Açığa Çıkar” temasıyla, arazi restorasyonu için ayrılan kaynakların yetersizliğine dikkat çekilerek acil eylem çağrısı yapılıyor.
Sağlıklı toprak; gıda güvenliğinin, sosyal refahın ve kuşaklar arası adaletin temelini oluşturuyor. TEMA Vakfı, bu özel günde arazi tahribatının dünya ekonomisine yıllık maliyetinin 10 trilyon ABD doları olduğunu belirterek, arazi tahribatının yalnızca çevresel değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik boyutları olan küresel bir sorun olduğuna dikkat çekti. Vakıf, bu sorunun engellenmesi ve arazi restorasyonu için toplumun tüm kesimlerini sorumluluk almaya ve harekete geçmeye çağırıyor.
Dünyadaki kurak alanlar Türkiye’nin 7,5 katı kadar genişleyecek
Arazi tahribatı ve iklim krizi, kuraklığı daha da artırıyor. 2000 yılından bu yana yaşanan kuraklık olaylarında %29’luk bir artış gözlemlendi. Son otuz yılda, dünya genelindeki toprakların dörtte üçünden fazlası, önceki 30 yıla kıyasla daha kurak hale geldi. Bu durum, özellikle kurak bölgelerde yaşayan 3 milyar insanın yaşamını doğrudan etkiliyor.
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, bu tablo karşısında toprağın korunmasının ve iyileştirilmesinin doğayla uyumlu yaşamın vazgeçilmez bir parçası olduğunu hatırlatarak şunları söyledi:
“Bugün dünya ekonomisinin %50’si doğadan elde ediliyor. Ancak kısa vadeli kazançlar uğruna doğa sürekli tahrip ediliyor. Doğadan alıyor, ancak ona neredeyse hiç yatırım yapmıyoruz. Eğer önlem alınmazsa, yüzyıl sonunda kurak alanlar Türkiye’nin 7,5 katı – yani 5,8 milyon km²- kadar genişleyecek. Bu sadece toprak verimliliğinin ve gıda üretiminin azalması değil; aynı zamanda su kıtlığı, yoksulluk ve iklim krizinin derinleşmesi anlamına gelir.”
Türkiye’nin yarısı çölleşme riski altında
TEMA Vakfı, tam 31 yıl önce “Türkiye Çöl Olmasın!” sloganıyla bu hayati tehdide dikkat çekmiş ve bu sorunu Türkiye’nin gündemine ilk kez bu kadar güçlü biçimde taşımıştı. Deniz Ataç, gelinen noktada çölleşme tehlikesinin daha da derinleştiğini belirterek “İklim krizinin etkisiyle yağışlar azalıyor, su varlıklarımız yok oluyor; Türkiye’de çölleşmeye maruz kalan alanlar ise hızla artıyor. Türkiye topraklarının %50’si yüksek çölleşme riski altında. 2001–2020 yılları arasında kurak iklime sahip alanlar %5,4 oranında arttı. Sürdürülebilir olmayan tarım uygulamaları, erozyon ve aşırı gübre kullanımı topraklarımızın üretkenliğini azaltıyor. Yanlış ürün tercihleriyle yer altı su seviyemiz hızla azalıyor, sulak alanlarımız yok oluyor. Bu durumu tersine çevirmek ise bizim elimizde. ” ifadelerinde bulundu.
“Doğaya yatırım yapma zamanı”
Tüm bu veriler, hem Türkiye’de hem de dünya genelinde toprağın korunması ve eski sağlığına kavuşturulması için acil adımlar atılması gerektiğini açıkça gösteriyor. Toprağın ve doğal varlıkların korunmasına katkı sağlayabilmek için birlikte hareket edilmesinin önemini vurgulayan Deniz Ataç, “Bugün neden olduğumuz arazi tahribatı ve bunun sonucu oluşan çölleşme, kuşaklar arası adaleti ortadan kaldırıyor. Bu adaleti yeniden sağlamak; doğaya olan yükümüzü azaltmaktan, arazi tahribatına karşı durmaktan, bu alanda etkili politikalar geliştirmekten ve arazi restorasyonu yoluyla doğayı iyileştirmekten geçiyor. Bunun için tahrip olmuş ormanların yeniden orman haline getirilmesi, çayır ve meraların ıslah edilmesi, sulak alanların geri kazanılması, tarım arazilerinde ise erozyonu önleyen, toprak organik madde içeriğini artıran ve toprak sağlığını koruyan sürdürülebilir tarım tekniklerinin uygulanması gerekiyor. Üstelik arazi restorasyonu çalışmalarına yapılacak her bir yatırımın getirisi 30 katına kadar ulaşabiliyor. Şimdi doğaya yatırım yapma zamanı. Çünkü toprağı iyileştirmek; yalnızca bugünü değil, doğayı ve geleceğimizi de korumaktır.” dedi.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
2016 yılından beri gayrimenkul ve makine değerleme ve danışmanlık sektöründe hizmet sunan Aden Değerleme, gayrimenkul sektörüne fikir önderliği yapan çatı kuruluş GYODER’in 2. Ankara Gayrimenkul Zirvesi’nde sürdürülebilir gelecek sponsoru oldu. Aden Değerleme, 17 Haziran 2025 tarihinde gerçekleştirilecek zirvede, katılımcıları geliştirmekte olduğu sürdürülebilirlik raporlaması ve yönetim platformu olan Resuwo markası ile tanıştıracak. Sürdürülebilirlik raporu hazırlayan firmaların rapor hazırlama sürecinde risk ve fırsatları belirlemesine rehberlik sağlaması amacıyla geliştirilmiş Resuwo, hazırlanmış şablonlar ve eşleştirilmiş standard açıklamaları ile kullanıcılarına kolaylık sunacak.
Yenilenebilir ve sürdürülebilir bir dünya için geleceğe değer katıyor
Uluslararası standartlardaki değerleme raporlarıyla, gayrimenkul ve makine parkına ilişkin ihtiyaçlara çözüm sunan, değerleme sektörünün gelişmesi ve bilimsel bir yapıya kavuşturulması yolunda katkıda bulunmak amacıyla hareket eden Aden Değerleme, “Yeşil Değerleme” hizmetiyle de uluslararası standartlarda sürdürülebilirlik odaklı raporlamalar sunuyor.
Gayrimenkul değerini etkileyen faktörler arasında artık sürdürülebilirlik performansının da yer aldığını belirten Aden Değerleme İş Geliştirme Müdürü Ece Çalışkan Vural; “Sürdürülebilirliği merkezine koyan bir marka olarak, GYODER 2. Ankara Gayrimenkul Zirvesi’nde sürdürülebilirlik alanını sahiplendik. Aden Değerleme, sadece bugünü değil yarını da düşünen bir bakış açısına sahip. Geliştirme sürecinin son aşamasında olan Resuwo platformumuz ile bu vizyonu genişletiyor ve şirketlerin sürdürülebilirlik performanslarını profesyonelce yönetmelerine yardımcı oluyoruz. Aden Değerleme olarak, müşterilerimizin ihtiyaçları doğrultusunda yenilikçi ürün ve markalar geliştiriyoruz. İlk markamız olan Envanterus ile varlık yönetiminde sistematik bir yapı sunarken, şirket çalışanları ve paydaşlarımızın katkılarıyla yayımladığımız 361 Derece Dergisi ile de sektöre bilgi paylaşımında önemli bir kaynak oluşturduk.’’ dedi.
Kentsel dönüşüme engel olan koşullara da değinen Ece Çalışkan Vural sözlerine; “Kentsel dönüşüm hakkında okuryazarlığın yetersiz olması, hak sahiplerinin yanlış bilgilendirme nedeniyle dönüşüme karşı çıkması, güven ortamının zedelenmesi, yapım süreçlerindeki kalite ve problemleri gibi sebeplerle kentsel dönüşüm süreçleri uzuyor. Tüm bunların dışında, finansman konusu ise kentsel dönüşüm sürecinin belki de en kritik ve belirleyici unsurudur. Bu engelin çözümlenebilmesi için gayrimenkul geliştirmede yeni finansman modelleri konuşuluyor. Finansman dışındaki yapısal engellerin aşılabilmesi için ise kamuoyu bilgilendirme süreçlerinin güçlendirilmesi; kamu, özel sektör ve akademik iş birliklerinin geliştirilerek dönüşüm sürecinin topluma doğru, açık ve şeffaf şekilde aktarılması gerekiyor. Biz Aden Değerleme olarak kentsel dönüşüm sürecindeki danışmanlık faaliyetlerimize devam ederken bir yandan da sivil toplum hareketleri aracılığıyla toplumun bilinçlenmesine katkıda bulunuyoruz.” diyerek devam etti.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı
Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, “Atabey Gençliği Ecdadın İzinde” sloganıyla sürdürdükleri yüksek hızlı trenle günübirlik İstanbul tarih gezilerinin bu yıl da tamamlandığını, bu eğitim öğretim yılında programa 26 bin 11. Sınıf öğrencisinin katıldığını söyledi. Başkan Altay, “Öğrencilerimiz Selçuklu darülmülkünden Osmanlı’nın payitahtına bir tarih yolculuğa çıkararak ecdat yadigarı eserleri yerinde görme fırsatı buldu. Gezilere katılan tüm gençlerimize teşekkür ediyorum” dedi.
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen yüksek hızlı trenle günübirlik İstanbul tarih gezilerine, bu yıl 26 binden fazla öğrenci katıldı.
Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Büyükşehir Belediyesi olarak Konya’da öğrencilerin milli şuurla ve manevi değerlerle yetişmesine büyük önem verdiklerini vurguladı.
Medeniyet Okulu Projesi kapsamında “Atabey Gençliği Ecdadın İzinde” sloganıyla 11. Sınıf öğrencilerine yönelik sürdürdükleri günübirlik İstanbul tarih gezilerinin gençlere bu manada büyük katkı sağladığına değinen Başkan Altay şu değerlendirmeleri yaptı:
“Proje kapsamında 2024-2025 eğitim-öğretim dönemi boyunca 31 ilçemizden 26 bin 176 gencimizi 64 yüksek hızlı tren seferiyle İstanbul’la buluşturduk. Öğrencilerimiz Selçuklu darülmülkünden Osmanlı’nın payitahtına bir tarih yolculuğuna çıkararak ecdat yadigarı eserleri yerinde görme fırsatı buldu. Bu anlamlı proje sayesinde şu ana kadar toplamda 112 bin 576 öğrencimiz İstanbul’un güzelliklerini görmüş oldu. Bu tür projelerle milli ve manevi değerlere bağlı, kültürel mirasına sahip çıkan bir neslin yetişmesine katkı sağlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Önümüzdeki dönemde de projemizi sürdürerek gençlerimizi İstanbul’la buluşturmaya devam edeceğiz. Destekleri için Ulaştırma ve Altyapı Bakanımız Sayın Abdulkadir Uraloğlu’na ve TCDD Genel Müdürümüz Veysi Kurt’a şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca gezilere katılan tüm gençlerimize, ailelerine ve emeği geçenlere de teşekkür ediyorum.”
ECDAT YADİGARI MEKANLAR ZİYARET EDİLDİ
Sabah erken saatlerde rehberler eşliğinde Konya’dan Yüksek Hızlı Tren’e binen öğrencilere yolculuk sırasında tarihi karakterlerin canlandırıldığı tiyatro gösterileri sunuldu. İstanbul’da; Ayasofya-i Kebir Camii, Sultan Ahmet Camii ve Meydanı, Gülhane Parkı, Eyüp Sultan Cami başta olmak üzere ecdat yadigarı mekanları ziyaret eden öğrenciler, katıldıkları boğaz turuyla da İstanbul’un güzelliklerine şahit oldu.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı